Stresle Baş Etme Kılavuzu
Türkiye’de stresle mücadele ederken olumlu-olumsuz en belirgin davranışlar neler?
Türk insanın stresle mücadelesini zorlaştıran en temel özelliği iletişim becerisinin zayıf olmasıdır. İletişim dediğimizde insanların ilk aklına gelen şey ağzı laf yapan çok konuşan kişilerin iletişiminin de güçlü olduğudur. Bu kısmen doğru olsa da güçlü bir iletişim için iyi bir dinleyici olmak, iletişimin en temel kuralıdır. İyi bir dinleyici olmadığımızda karşımızdaki kişiyi doğru anlayamayız ve tepkilerimizi de varsayımlarımıza göre veririz; çoğu zaman da iletişim kazası yaşarız. Bu kazaların sonucunda da Türk insanının verdiği en temel tepki öfkelenmek, bağırıp çağırmak, fiziksel saldırı ve karşı tarafı suçlamaktır.
Benim gözlemlerime göre Türk aile yapısı ve sosyokültürel özelliklerimizin en kıymetlisi “sosyal yardımlaşma” özelliğimizdir. Başımıza bir şey geldiğinde sosyal desteğin o sıcacık sarıp sarmalayan desteğini hemen hissederiz. Bu coğrafyada bazen hiç tanımadığımız insanların bile hayatımıza sihirli dokunuşlar yaptığını hissetmek mümkündür. Bu özellik stresli durumlar karşısında krizi kolaylıkla atlatmamıza yardımcı olur.
“Coğrafya Kaderdir” derler… Bizler çok inişli-çıkışlı olayların yaşandığı, fiziki konum olarak aksiyonun hiç durmadığı bir yerdeyiz. Sadece kişisel hayatlarımızdaki mevzulardan ötürü değil, yaşadığımız yerle ilgili de çok fazla uyaranla uğraşıyoruz. Bu anlamda Türk insanının stres ile olan imtihanını değerlendirecek olursak yorumunuz ne olur? Sürekli kaosun içinden çıkabilen birer adaptasyon harikası mıyız?
İnsan her türlü zorlukla mücadele etme becerisi geliştirebilen, bilinci olan tek varlıktır. Bilinç, sorunlar karşısında çok farklı çözümler üretebilen bir neokorteks faaliyetidir. Bilinç için karşılaştığı her sorun ilk önce bir stres kaynağıdır, fakat zaman içinde buna uyum sağlar ve başlar çözümler üretmeye. Sonuç olarak stresli duruma karşı bağışıklığı artar. Biz buna tecrübe deriz. İşte bu coğrafyadaki insanların yaşadığı tam olarak da budur. Sorunuza cevap olarak kendimize adaptasyon harikası diyebiliriz.
“Çocukluk aslında stresli bir dönemdir” diyorsunuz yeni kitabınızda? Bunu biraz açar mısınız? Yeni olan her şey insan canlısı için belirsizlik içerir ve belirsizlik, eşittir strestir. Çünkü çocuklar dürtüseldir. Davranışları ilkel beyinden gelen komutlarla şekillenir. Öfkelendiğinde düşünmeden başkasına vurabilir, kendisine zarar veren şeyi yemek isteyebilir, almaması gereken şeyleri gizlice alabilir. İşte bu dönemde ebeveynler ya da çocuğa bakım veren kişiler ona toplum ve aile kurallarını öğretmeye çalışır. Bunların öğretilmesi esnasında çocuğa baskı, korkutma, cezalandırma ya da aşırı tolerans gösteriliyorsa, çocuğun bilinçdışında onu ömür boyu olumsuz etkileyecek şemalar oluşur. Bu şemalardan en sık karşılaştıklarım “Karamsarlık”, “Mükemmeliyetçilik”, “Boyun Eğicilik”, “Duygusal Yoksunluk / Değersizlik”. İlk kitabım olan Hep Aynı Yerde Takılıyorum’da “16 Temel Şema”yı ve çözüm yollarını detaylı bir şekilde anlattım. Her anne babanın ve kendini derinden tanımak isteyen herkesin okumasını dilerim. Bu soruyu Jung’ un şu muhteşem sözüyle tamamlayalım:
“Bilinçaltını tanımayan kişi başına gelen her şeyi kader zanneder.”
Yaşadığımız tüm anıların duyguları bedenimizde kayıtlıdır ve enerji alanımızda varlığını sürdürür. Bundan özgürleşmek için neler yapmalıyız?
Yaşadığımız tüm anıların duyguları bedende, görüntüleri ise zihinde kayıtlıdır. Bu kayıtlar yıllar yıllar öncesine ait olsa da bugünümüze etki eder. Örneğin ebeveynleri tarafından sürekli eleştirilen ve cezalandırılan bir çocuğun hissettiği değersizlik duygusu, onun tüm hücrelerine işler. Bu duygu yetişkin olsa bile onun peşindedir. Kendini ifade etmekte zorlanan, yapacaklarını erteleyen, mükemmel olma saplantısı içinde kıvranan, hakkını arayamayan bir yetişkine dönüşebilir. Kayıtlı olan bu duygular bazen zamanla ortadan kendiliğinden kalkabilir ama en kalıcı ve etkili olan profesyonel bir destek almak, özellikle de psikoterapi görmektir.
“Öfke, kapak bir duygudur” tanımlamasından bahseder misiniz?
Öfke, aslında kapak görevi gören bir duygudur. Bunu çöp kutusunun kapağı gibi düşünebilirsiniz. Çöp kutusu içinde biriken hayal kırıklığı, reddedilmişlik duyguları, ifade edilmemiş kızgınlıklar, sömürülmenin çaresizliği gibi duyguların, zaman içinde biriktiği ve taştığı anda gelen güçlü duygudur öfke. Öfke duygusunu sık yaşayan insanlarla çalıştığım ortak özelliklerinin şu olduğunu görüyorum, doğru ve etkili iletişim dilini bilmiyorlar ve kişisel algılamaları çok fazla. Bu kişilere doğru iletişimi öğrettiğimde öfkelerini kolaylıkla yönetebiliyorlar.
Toplumumuzdaki en belirgin modlar hangisi?
Mod, strese girdiğimizde duygusal ve ruhsal olarak dengemizi bozan, istemediğimiz tepkiler vermemize neden olan hallerimizdir. Küsmek, bağırmak, hakaret etmek, alınmak, vurmak, kırmak, aşağılamak gibi davranışlar sağlıksız modlarımızın dışavurumudur. Toplumumuzda erkeklerde kızgın çocuk mod, cezalandırıcı ebeveyn mod; kadınlarda ise talepkâr ebeveyn mod ve boyun eğici mod en belirgin olanlardır.
“Erteleme alışkanlığı aslında duygu düzenleme problemidir” diyorsunuz kitabınızda… Pek çok insan bunu zamanı yönetememek olarak algılar. Biraz açabilir misiniz?
Erteleme alışkanlığı, en basit tanımıyla, belli bir anda yapıyor olmanız gereken şeyi yapmak yerine; daha çok keyif veren ya da daha iyi hissettiren şeyler yaparak, yapmanız gereken asıl şeyi erteleme davranışıdır. Daha farklı bir tanımla, kısa süreli keyifleri, uzun vadeli işlere tercih etmektir. Erteleme davranışının en dikkat çeken belirtilerinden biri, yapmak istenilen şey için sürekli bahaneler üretmektir. Yapmamız gereken görevler bizde olumsuz düşüncelere ya da olumsuz duygulara yol açıyorsa, bu duygularla baş etmek o an için zor gelebilir. Sonuç olarak kişi erteleme davranışına başvurur. Yani aslında kaçınılan şey görevden değil duygudan kaçınmadır.
“Kaygıyla randevu” enteresan bir deneyim… Herkese ne kadar zaman aralıklarıyla bu egzersizi yapmalarını önerirsiniz?
Kaygı ile randevu yöntemi tüm bilişsel çarpıtmalar, diğer adıyla olumsuz düşünceler için kullanılabilir. Özellikle de kafanızı kurcalayan, odaklanmanızı engelleyen, gününüzün tamamını ele geçiren ve tekrar eden olumsuz düşüncelerle baş etmede oldukça etkili bir yöntemdir. Yapacağınız şey, kendinize uyku saatinizden dört saat öncesine kadar, günün herhangi bir saatinde toplamda 30 dakikalık bir kaygınızı düşünme ve abartma süresi oluşturmanız. Bu süre içinde rahatsız edilmeyeceğiniz, telefonunuzun kapalı olduğu bir yerde oturup kaygılandığınız durumu düşünün, başınıza gelebilecek en korkunç ve acı verici durumu detaylarıyla zihninizde canlandırın. Dikkat etmeniz gereken şey düşüncelere kendinizi kaptırıp süreyi aşmamanız. Günde 1 kere yapmak yeterlidir. Yaklaşık 1 hafta bunu aralıksız yaptığınızda olumsuz düşünceler etkisini kaybedecek; etkisi azalmıyorsa devam edebilirsiniz. Bu teknik yeterli gelmiyorsa o zaman kitaptaki diğer egzersizlerle birlikte uygulamanız faydalı olacaktır.
Bir insanın sinir sistemini rahatlatan üç şey hüngür hüngür ağlamak, kahkahalarla gülmek, orgazm olmak diyorsunuz… Bizler ne kadarını “bilinçli” ve “sağlıklı” bir şekilde deneyimliyoruz ve deneyimleyebiliriz?
Hepimiz hüngür hüngür ağlamanın, kahkahalarla gülmenin ve orgazm olmanın bize ne kadar iyi geldiği deneyimlemişizdir. Canımız sıkkın olsa bile kısa sürede rahatlarız. Kahkaha atmak ve ağlamak konusu bir kenara orgazm olmanın bize ne kadar iyi geldiğini paylaşmak istiyorum, bu konu bir tabu biliyorsunuz. Çünkü orgazm yaşayamayan pek çok kadın var, bunun yanında cinsel ilişkisinde sorun yaşayan pek çok çift mevcut. Cinsellik bizim duygu durumumuzu olumlu anlamda etkileyen bir yetişkin oyunudur. Eğer bu oyunu oynamaktan kaçınırsak ya da bu oyunu oynamayı sevmeyen bir partnerimiz varsa o zaman bedenimizdeki gerginlik artar. Kafaya takmayacağımız şeyleri bile takmaya başlarız. Ufak sorunlar için bile yıpratıcı tartışmalara gireriz. Sonuç olarak stres yönetim becerimiz zayıflar.
“Erkek her zaman cinselliğe hazır bir seks makinesi değildir” … Kadınlar mı erkekleri anlamakta zorlanıyorlar yoksa erkekler mi kendilerini anlatamıyor? İlişkilerde iletişim kurma anlamında biraz yaralı taraflarımız mı var?
Bilinenin tersine erkekler de duygusal canlılardır, ilişki problemleri ve yoğun iş stresi erkek cinselliğini olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de her 10 erkekten 7’si sertleşme sorunu yaşıyor ancak her 10 erkekten maalesef sadece 1’i doktora başvuruyor. Bu durum erken boşalma veya cinsel isteksizlik yaşayan erkekler için de geçerli. Cinsel fonksiyon sorunu yaşayan erkeklerin yüzde 83’ü bu konuda tedavi görmediğini belirtiyor. Erkeklerin yüzde 74’lük bir kısmı utanma sebebiyle cinsel konuları doktorlarıyla konuşamazken yine çok sayıda kişi sertleşme sorununun tıbbi bir problem olarak görülmeyeceğini düşündüğünden cinsel sorunlarını anlatamıyor. Birçoğu da doktora başvurmayı maliyetli bulduğu ya da bütçe ayırmaya değer görmediği için tedaviden vazgeçiyor. Yine önemli bir yüzde de hangi uzmana başvuracağını bilemiyor. Bir üroloğa mı gitmeli yoksa psikolojik destek mi almalı noktasında takılıp kalıyor. Buradan şu sonuç çıkıyor, Türk erkeklerinin çoğunluğu nedeni ne olursa olsun cinsel sorunlarını tanımlayamıyor, çaresiz kalıyor ve danışabilecekleri bir uzmana ulaşamıyor. Araştırmalar hastaların yüzde 62’sinin cinsel sorunlar nedeniyle özgüveninin kaybolduğunu, yüzde 21’inin de aile yaşamlarının sona erdiğini gösteriyor.
Yeni kitabınızda stresle baş etme konusunda birbirinden güzel bilgiler var. Söyleşimizi okuyacak kişilere günlük hayatta uygulayabilecekleri birkaç pratik öneride bulunmak istesek bunlar neler olur?
Stresle baş etme yöntemlerini üç fark şekilde ele alıyorum. Zihinsel baş etme yöntemleri, davranışsal baş etme yöntemleri ve fiziksel baş etme yöntemleri.
Zihinsel ve davranışsal baş etme yöntemlerini her iki kitabımda da çok detaylı anlattım. Sevgili okuyucumuza bir öneri verecek olursam, en kısa sürede sonuç alacakları fiziksel baş etme yöntemlerinden olan açık hava yürüyüşünü ve nefes egzersizlerini önerebilirim.
← Daha Eski Gönderi Daha Yeni Gönderi →